İnternette Arayınız!

22 Ocak 2021 Cuma

Her ormanın bir çakalı vardır

“Likülli Mekanın Mekal, Veli külli Ormanin Çakal” 
Okuduğumuz her kitap ve dergide gördüğümüz anlamlı cümlelerin altını özellikle çizer ve not alırdık. Yukarıdaki söz öğretmenimiz Hamdi İnan tarafından sık sık sınıfta kullanılırdı. Hocamız Hamdi İnan’la ilgili biz öğrenciler arasında öyle ilginç konular anlatılırdı ki, gülmekten kırılırdık. 
   “Girmeden tefrika bu millete düşman Giremez. Toplu vurdukça yürekler onu top söndüremez.”Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Akif Ersoy’un bir çok şiirini özellikle ezberlerdik. O yıllarda “Safahat” başucu kitabımızdı. Özelikle de Hitabet dersimize giren Hocamız Ali Deniz sık sık Mehmet Akif Ersoy’dan bize şiirler okurdu. Solcu öğretmenlerimizin dışında tüm öğretmenlerimiz bizlere mutlaka “Safahat”ı almamızı tavsiye ederlerdi.
    “Kaç hakiki Müslüman gördümse hepsi makberdedir, Bilmiyorum ama Müslümanlık galiba göklerdedir.”Mehmet Akif Ersoy
        “Allah’a dayan saye sarıl, hikmete ram ol.Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.” Mehmet Akif Ersoy
Not defterimin her sayfasında mutlaka Mehmet Akif Ersoy’dan şiirler mevcut. Ve biz bunları ezberlerdik.
        13.04.1977 tarihinde Booker.T. Washıngtan’ın “Kölelikten Kurtuluş” kitabından şu cümleyi defterime kayıt etmişim. “Bilgisizlik bütün günahların anasıdır.”
        Not Defterimin aynı sayfasında o günlerin bilinen gazetesi Tercüman Gazetesi’nden aldığım bir yazı var. 08.12.1976 tarihli Tercüman Gazetesinin “KİBARCA” adındaki köşesinde Osman Kibar’ın yazdıklarını deftere hiç değiştirmeden yazmışım. 
        Tercüman Gazetesi’nde Osman Kibar şöyle yazmış.
        Köşe Yazısının Başlığı “Bilmeden Savrulan Hikmetler”
     “Benim kanaatimce 1973’te doğan Ecevit imajı, Bülent Bey’in pek fazla parlak olmayan yüzünden değil, yılların köhneleşmiş ve yeniye hasret kalan Halk Partililerin gönüllerinde ve kafalarında yaşattıkları hayalin mahsulü. Yoksa Bülent Bey’in mazisi, soyu , sopu, tahsili ve karakterlerini ciddiyetle ve derinliğine tetkik ederek karar verebilselerdi ne “umudumuz” yaratılır, ne de genel başkan seçerlerdi.
        Bülent Bey”i Halk Partililer, Elhak reklam sanatını çok iyi bilen, pireyi deve gibi satmasını becere Bülent Bey, konuşmalarıyla ve bilhassa manası çok güç anlaşılabilen yeni kelimelerle dolu hitabeti ile kendisini Halk Partililerin hayallerindeki yere oturmasını becermiştir.
        Kulağa hoş gelen konuşmalarıyla toplumun alışmadığı ve yepyeni hitabet şekliyle birden parlayıvermiştir.
        Bülent Bey memleketini ve meselelerini çok az bilen ve fakat durmadan konuşan bir lider olarak Halk Partisinin başında bugün. Ekonomik bilgisi hiç denecek kadar az olan bir parti başkanı. Ama güzel konuşuyor. Ağzından ateş saçıyor. Ve halkı tahrik ediyor, edebiliyor. Fransızların bir tabiri vardır. “Agent provocateur” = Kışkırtıcı Ajan. Bülent Bey’e uyan bir sıfat. Hani çok güzel klarnet, ney , kaval ve zurna çalan sanatkarlar da vardır. İnsanı coşturan, duygulandıran nağmeler yaratırlar ama, bir tek nota bilmezler. İşte bizim” UMUDUMUZ” da hep problemleri ve solüsyonları bilmeden konuşur ve hikmetler savurur”. Osman Kibar/Tercüman/ 08.12.1976 
        O yıllarda Tercüman Gazetesi “sağ” diye bilinen kesimin en büyük ve en etkili gazetesi idi. Daha çok benim gibiler bu gazeteyi okurdu. Parti olarakta bu gazeteyi okuyanlar genelde oylarını sağ partilere verirlerdi.
        Benim bu yazıyı deftere geçirdiğim tarih 1976’dır ki o günlerde Türkiye’de hatırladığım kadarıyla şu partiler mevcuttu. Bülent Ecevit’in başkanlığını yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi, Süleyman Demirel’in Başkanlığını yaptığı Adalet Partisi, Necmettin Erbakan’ın başkanlığını yaptığı Milli Selamet Partisi, Alparslan Türkeş’in Başkanlığını yaptığı Milliyetci Hareket Partisi. Diğer ufak tefek partiler pek etkin değildi.
        Sağ-sol ayrımı çok fazla idi. Mitingler, yürüyüşler ve grevler çok etkin biçimde yapılıyordu.
        Bizim okuduğumuz okulda ise daha çok üç düşünce mevcuttu. Sol pek yoktu. Değişik öğretmenlerimiz vardı ama bunlarda okulumuza ya sürgün ya da geçici olarak geliyorlardı.
        Okulumuzdaki öğrencilerin büyük çoğunluğu kendilerini İslami düşünce içersinde olduğunu söylerlerdi. Pek kendilerini sağ olarak tanımlamazlardı. Bunlar kendilerini ya Milli Türk Talebe Birliğine bağlarlar ya da Akıncılar Derneği ile ilişkilendirirlerdi. Mefküreci Öğretmenler Derneği her Cuma akşamı seminer, konferas ve yarışmalar düzenlerlerdi. Bu etkinliklere sadece İmam Hatipli öğrenciler değil Ordu’da bulunan tüm Ortaokul ve liseli öğrenciler katılırdı.
        Okulumuzdaki öğrencilerden bir kısmı kendilerini sağcı ve Ülkücü olarak tanımlarlardı. Yine sağ içersinde kalıp bu iki grubun dışında kalan ve kendilerini “Mücadeleci” diye tanımlayanlar da epey aktifti. Mücadecilerin yayın organı “Bayrak” Gazetesi “ çok okunmasa da okulumuzda bazı öğretmenlerimiz tarafından okunması tavsiye edilirdi. 
        Konferans türü etkinlikler tüm dernekler tarafından her Cuma ve cumartesi akşamı mutlaka düzenlenir ve bizler de sık sık oralara götürülürdük. Her Cuma ve Cumartesi akşamı Ordu’nun değişik dernek ve teşkilatlarında öğrencilere yönelik etkinlikler düzenlenirdi. Konferansı ya öğretmenlerimizden biri ya da o camiadan tanınmış birileri verirdi.
        Ben şahsen tüm dernek ve teşkilatlara her Cuma ve cumartesi akşamı giderdim. Gitmeseniz bile yurtta kimse kalmazdı mecburen gitmek zorunda kalırdınız. Ya da bir üst sınıftaki ağabeylerimiz bizi alır götürürdü. Bazen Milli Mücadeleciler Derneğine, bazen Ülkü Ocağına, bazen Akıncılar Derneğine, bazen Milli Türk Talebe Birliğine giderdik. Bu dernek ve teşkilatların her birinin çok sayıda yayın organlarıda mevcuttu. Onları bizlere bedava verilirdi.
        Okuldan ve arkadaşlarımdan gizli Halk Evine, İGD’ye ve Aydınlıkcıların teşkilatlarına bol bol giderdim. Bana bol bol kitap ve dergi verirlerdi ama ben onları okula ve yurda sokamazdım. Okur dışarıda bırakırdım.
        O günlerde çok sayıda sağ ve sol arasında olaylar yaşanırdı. Mesela Bizim İmam Hatip Lisesinin bulunduğu taraf yani Hastane Sapağı sağcıların elinde, Köprübaşı (Bülbül Deresi)nin öteki kısmı solculara ait bir yer olarak bilinirdi.
        Bizde oralara dikkatli giderdik. Hatta Köprü Başından hiç geçmezdik. Şahsen benim her kesimden son derece samimi arkadaşlarım mevcuttu. Kimse de bana pek fazla kızmıyor ve darılmıyordu. Olaylara ya da eylemlere beni pek fazla götürmezlerdi. Büyük ihtimal bunun en büyük nedeni ayağımın sakat olması olabilir. Ama yaptıklarını, düğdüklerini ya da dövüldüklerini bana hep anlatırlardı.
        Okulumuzdaki öğretmenleri de biz ya sağcı ya solcu ya da İslamcı olarak tanırdık.. Onlar da bizi öyle tanırlardı. Bazen de öğretmenlerimiz tarafından mağdur edildiğimiz olurdu. Mesela bir teşkilatta bir akşam öğretmenimizin verdiği konferansa gittiğimizde o öğretmenimiz sınıfta bizi tanır bize arkadaşlarımız içersinde farklı ve olumlu davranırdı. Onun düşüncesinde olmayan diğer öğretmenimiz ise bize buğz ederdi. Bizde ne yapacağımızı şaşırır idik.
        Solcu diye bildiğimiz öğretmenler okulumuzda pek etkin değildiler. Onlar derslerine girer çıkarlardı. Biz de onları pek önemsemezdik. Onların bizlerle de pek bir alıp veremediği olmazdı.
    Ancak üç değişik düşüncedeki öğretmenlerimizi nasıl memnun edeceğimiz bizim için zordu. Bunlar Akıncılar, Ülkücüler ve Mücadeleciler…Yani o günlerde sokakta olduğu kadar okullarda hatta sınıflarda bile okumak zordu.
Bu yazı devam edecek…Bekir Akkaya /Kumru
----
©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder