-
Bizim eşek uçmasını öğrenmiş amma konmasını
öğrenememiş!.. der.
Böyle bir eşek vakasının olup olmadığını bilmiyorum. Yalandan yere de bu fıkranın gerçek olduğuna da şahitlik yapamam. Uçma deyince “Gaz uçarda laz uçmaz mı?” diyenlerin yok olduğunu da söylemek mümkün değil. Dolayısıyla, uçanlar ve konanlar
olduğu gibi, bir ara uçtuğunu zannederek konma becerilerinin olmadığını ve parçalanma hadiselerinin sıkça rastlanıldığını da söylemek mümkündür.Olayın ne derece doğru olup olmadığını bilmiyorum. Bir
dostum anlatmıştı da o günlerde pek aklım ermemişti. Oğlan babasının gece ve
gündüz demeden ibadet ettiğini görünce muziplik olsun diye evin çatı katına
(biz tavan deriz) çıkıp “Ya Ahmet! Vaktin geldi Uç!” diye nida eder. Adamcağız
cahilce yaptığı ibadetlerin sonunda hep uçacağını aklına koymuştur. Gözlerini
yumup, sesi duymamaya çalışır. Kendini yoklar, bu durumda kulak çınlaması
olabileceğini düşünür. Bir kaç kez derinden gelen sesin gerçek bir ses olduğuna
inanıp gecenin sessizliğinde pencerenin kenarına gidip, elini kolunu sallamaya
başlar. Sesin “Vaktin geldi Uç!” ısrarı üzerine ellerini açarak kendini
pencereden aşağıya salar. Adamcağız uçmayı becerdiyse de konmayı
beceremediğinden, evin altındaki kazıklara çakılır.
Büyüklerimiz “ Acemi ördek göle arkasından (g)
dalar.” Derken, belki de uçmayı başarıp, konmasını beceremeyenleri söz konusu
etmişlerdir. Kim bilir “Ayağını yorganına göre uzat.” Sözünün belki de özü yine
aynı kapıya çıkıyor.
Uçma ve konma kelimelerini, sadece kanata indirmek haksızlık
olur. Konmasını bilememe hep parçalanma ile de sonuçlanmaz. Bir yoruma göre
ölüm, acıların ve sıkıntıların da bitişidir. Bana göre Uçma ve konma fiilinde
en kötü sonuç sürünmedir. Bu durumu da hiçbir zaman gözden uzak tutmamak
gerekir. Yani uçarken konmayı hesaplayarak hareket etmek en güvenilir bir
durumdur.
Çıkma ve inme
kelimeleri ile yükselme ve düşme kelimelerinin anlamları çoğu yerde uçma ve
konma kelimelerine karşılık gelir. Parçalanma ile çarpma kelimesi de acemi
ördeğin göle dalması sonucunda anlam kazanır. Bir fiilin etken mi edilgen mi
olduğunu çevremizdeki acemilere bakarak anlama imkanımız var. Ya da kendimizi
“ettik mi, edildik mi ya da uçtuk mu
uçulduk mu?” gibi sorulara doğru ama dosdoğru cevaplar vererek test de
edebiliriz.
Geçen hafta
Ünye Hotel Grant Kuşçalı’da Yazar Ahmet
Yenin “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.” sözüne inanmadığını buyurdu. Sayın
Ahmet Yenin’e göre “ Yalancıların mumu hep yanmakta ve hiç sönmemekte” imiş.
Üstadın haklı sebepleri de olsa, ben bu atasözünün doğru olduğuna inanıyorum.
Nedeni çok basit. Sayın Ahmet Yenin’de bu kanaatin oluşması bile sözün doğru
olduğuna delildir. Söz konusu olan mumun yanması ve sönmesi değildir. Söz
konusu olan uçmasını becerip, konmasını becerememe meselesidir. Eğer mum sönmemiş
olsa bizlerde de böyle bir kanaat oluşmazdı. Ahmet Yenin’i yazmaya sevk eden,
ya da tepkisini çeken durum parçalanma toptan yok olma meselesidir. Bu kadar
karma karışık bir dünyada ve kararmış
ruhlarda mum ışığından söz etmek mümkün değildir. Görünen hareketlilik, kuru
kalabalıkların tsunamiden mal kaçırma hadisesidir.
Buluşmak
ümidiyle…
Bekir AKKAYA/03.03.2005/KARADENİZ HABER POSTASI GAZETESİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder