Akıl ve zeka kavramları toplumda genellikle aynı anlamda algılanır. Oysa durum hiçte böyle değildir.
Her insan doğuştan belirli bir zekaya
sahiptir, fakat akıl belirli şartlara bağlı olarak oluşan özel bir yetenektir, akıl,
zekanın çok üstünde ve çok daha derin bir kavrayış şeklidir.
Zeka, en bilinen anlamıyla insanın düşünme, gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamıdır. İlk kez karşılaşılan ya da ani olarak gelişen olaylara uyum sağlayabilme,
anlama, öğrenme, analiz yeteneği, beş duyunun, dikkatin ve düşüncenin yoğunlaştırılması, ayrıntılara dikkat edilmesi hep zeka sayesinde gerçekleştirilir. Akıllı bir insan ise, zekanın sağladığı tüm bu avantajları kullanmasının yanında, zeki bir insanın sahip olmadığı bir kavrayış ve yeteneğe de sahiptir.Zeki bir insan, ancak belirli bir
konuda çalışarak ya da kendisini eğiterek, edindiği bilgi ve birikimlerle bir
şeyler başarabilir. Ancak tüm bunlar sadece öğrenmeye, ezbere ve tecrübelere
dayalı becerilerdir
Akıllı bir insan daha keskin ve
daha isabetli sonuçlar elde edebilir. Akıl, insana zekanın çok üstünde bir
anlayış kazandıran, derin düşünebilme, doğruyu bulabilme ve her konuda çözüm
getirebilme yeteneğidir. Dahası akıl, hayatın her alanına hakim olan ve pek çok
konuda başarı sağlayan bir yetenektir.
Akıl, vahye koşulsuz bağlanma
sonucu, vicdanların sesine kulak
verilerek , Allah’ın doğruyu ilham
etmesiyle ortaya çıkmaktadır. İmanın kazandırdığı bu özellik, kişinin doğruyu
yanlıştan ayırabilmesini ve böylece yaşamın her safhasında en doğru şekilde
düşünebilmesini, en sağlıklı değerlendirmeleri yapabilmesini ve en isabetli
kararları alabilmesini sağlamaktadır. Akıl sahibi bir insan, karşılaştığı
olaylarda pek çok insanın göremediği detayları görebilir, ince teşhisler
yapabilir ve olaylardan en doğru ve en hikmetli sonuçları çıkarabilir Karşılaşılabilecek
durumları önceden tespit edebilir ve kusursuz planlamalar yapabilir. Aynı
şekilde geçmişteki tecrübelerini de en iyi şekilde değerlendirerek, bunları en
gerekli yerlerde en akılcı şekilde kullanabilir. Olayları berrak bir akılla
değerlendirebilir..
Tüm bunların yanında akıl aynı
zamanda da kişinin ruhunda, güzelliklerden çok fazla zevk alabilmesini sağlayan
bir derinlik oluşturur. Bu nedenle çoğu insanın sıradan karşıladığı ve büyük
bir alışkanlıkla baktığı pek çok şeyin ardında gizlenen güzellikleri, akıl
sahibi insanlar hemen görebilirler.Hatta çirkinlikleri de…
Zeka sahibi bir insan, akıllı bir
insanla karşılaştığı zaman ondaki üstünlüğü fark eder ve ona karşı gizli veya
açık bir hayranlık duyar. Ona benzemek ve aynı üstünlüğü elde etmek için bu
kimseyi taklit etmeye çalışır. Ancak ona bu farklılığı kazandıranın akıl
olduğunu kavrayamadığı için çözümü çok yanlış yollarda arar. Özendiği bu
kimsenin tüm tavırlarını, konuşmalarını, üslubunu gözlemlemeye ve kendi
üzerinde uygulamaya çalışır. Olmadı, çok kötü yollara da başvurabilir. Bilgisini,
görgüsünü, becerisini artırır, belki kütüphaneler dolusu kitap okur ama yine de
bu kimsenin çevresinde oluşturduğu hayranlık ve takdir uyandıran tavrı elde
edemez. Çünkü aklın kaynağı ne bilgi, ne beceri, ne kültür, ne de eğitimdir.
Elbette akıllı insan bu özelliklere de sahiptir ve bunları en isabetli şekilde
kullanır. Ama aklın asıl kaynağı imandır; Zekası olup ta akıldan yoksun
insanların çoğu, yaptıkları konuşmalarla, olaylar karşısında gösterdikleri
tepkilerle kendilerini ele verir ve samimi insan olmadıklarını istemeden de
olsa belli etmiş olurlar.
Akıl, imanı kavramamış pek çok
insanın hayatlarında hiç yaşamadıkları "üst bir şuur boyutu"dur. Bu
şuurda insanın zihni çok berraktır. Ancak bu berraklığı sağlayan etken ne
beynin kapasitesi, ne kişinin zeka düzeyi, ne de yetenekleridir. Bu zihin
berraklığının sebebi kişinin Allah'a ve manevi imanından kaynaklanır.
Akıllı bir insan sadece düşünmüş
olmak için değil, sonuç elde edebilmek, fayda sağlayabilmek, doğruyu bulabilmek
ve güzel bir şeyler üretebilmek için düşünür. Düşüneceği konularıysa yine
aklıyla belirler; hiçbir zaman için kendisine vakit kaybettirecek, sonuca
ulaştırmayacak konulara dalıp, aklını boş şeylerle meşgul etmez. Örneğin, boş
kuruntulara kapılmaz, geleceğe yönelik endişe dolu düşüncelerle vaktini
harcamaz…
Aklın insana kazandırdığı en
önemli özelliklerden birisi de Feraset ve Basiret’tir. Feraset, bir insanın
sahip olduğu çabuk anlama ve kavrama yeteneğidir. Basiret ise kişinin, bir
konunun özünü kavrama gücü, gerçeği tüm detaylarıyla görebilme kabiliyeti ve
ileri görüşlülüğüdür. Her iki özelliği de insana kazandıran kaynak ise
"akıl"dır.
Feraset ve basiret sahibi bir
insan, karşılaştığı bir olayı, bir tavrı ya da bir sözü en doğru şekilde analiz
edebilme yeteneğine sahiptir. Geçmişte edindiği tecrübelerden en akılcı sonuçları
çıkarır ve bu bilgileri ilerisi için en isabetli şekilde kullanmayı bilir.
İçerisinde bulunduğu ortamı, şartları ve imkanları akılcı bir bakış açısıyla
değerlendirir ve bu şartları olabilecek en iyi seviyeye getirmeyi ve elindeki
imkanları en iyi şekilde kullanmayı başarır. Bir işe atılacağı zaman mutlaka bu
konuda gerekli olabilecek her türlü tedbiri alır.
Eğer akılla zeka arasındaki fark
iyi kavranıp, zekalarıyla bir yere varma çabası içersinde bulunanlar,
kendilerini bir de bu yönü ile değerlendirmeleri çok yerinde olacaktır. Bu ip
uçları hem kendileri için ve hem de çevrelerindeki insanlar için huzur ve
mutluluk getirecektir. Tabi ki fotoğraf makinesi ve de site muhabbeti gibi
konular çok ta etken bir durum değildir… Ben aslında “TUZCU İLE PİRİNÇCİ” hikayesini yazacaktım ama “yerimiz dar oynayamıyoruz.”
“Garson Bir Kahve!”
Buluşmak ümidiyle…
BEKİR AKKAYA /01.01.2004/PROVİZYON GAZETESİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder