Dershaneler üzerine Zaman Gazetesinin o bilinen meşhur
manşetinden ve Samanyolu TV’nin ilk iki gününde yaptığı yayınlar nedeniyle çok
rahatsız olmuş bu nedenle de “Dershaneler Kapatılsın” diye 15.11.2013 tarihinde
bir yazı kaleme almıştım. Benim yazımdan dört gün sonra başbakanımız ATV ve
KanalA TV’de canlı yayına çıkmış ve o günden bu yana da tüm gazeteler ve TV
kanalları iki farklı fikir üzerinde
binlerce köşe yazısı ve proğram yapılmış
ve hala da yazılıp çizilmektedir. Birey olarak ben şahsen “Dershanelerin
Kapatılması” tarafındayım.
Milli Eğitim Bakanlığı çok net ve
anlaşılır bir dilde konunun “eğitim-öğretim” meselesi olduğunu söylediği halde
dershanelerin yüzde22’sini oluşturan SamanyoluTV ve beraber yayın yapan
gazeteler işi anlamazdan gelerek benim hala anlamakta güçlük çektiğim
eğitim-öğretim alanı dışında konuyu derinleştirmeye çalışmaktadır.
Oysa mesele Milli Eğitim
Bakanlığının temel bir konusu olup “bugüne kadar okullarda yapılan eğitim ve
öğretimin ne kadar başarılı, ne kadar başarısız olduğunu, başarısız ise
alınması gereken önlemler ve çıkarılması gereken kanun ve yönetmelikler” meselesidir. Bunda da anlaşılmayacak hiçbir
durum söz konusu değildir.
Önceki yazım nedeniyle beni siyaset
yapıyor diye eleştirenlere ve bana hakaret edenlere “Bir
öğretmen olarak hep dershaneler konusuna hiç iyi bakmadım. “ zaten diyebilirim.
Üstelik eğitim öğretim konusunu
konuşmak öğretmene yasak oluyor da, ticaret
yapan ve eğitim öğretimi istismar edenlere yasak değil. Aldığı eğitim nedeniyle eğitimden uzak “ticaret
okumuş” adamlar konuşacak, ahkâm kesecek bir veli ve öğretmen olarak bizim
konuşmamız yasak. Adı üstünde “Dershaneci”
bunun başka anlamı mı var?
Yazdığım yazının ardından tam bir ay
geçti. Benden sonra yüzlerce yazı yazıldı, yüzlerce yorum yapıldı. Büyük çoğunluğunu okudum. Ciddi anlamda eğitim-öğretim noktasında çok
güzel analizlere imza atanlar oldu.
Bunun dışındaki yazı ve yorumlar akıl uçuklatacak cinstendi. Benimde
şahsen inandığım konu “Bu Dershane olayı” kesinlikle eğitim-öğretim dışında
irdelenmesi gereken bir durumdur.
Önceden de yazdığım gibi “Cemaat” diye nitelenen kesimin önüne ileriki
yıllarda bilerek ya da bilmeyerek yapmış oldukları analizler ve haberler “Gazete KöpürÜ” olarak önlerine konulacaktır.
Aynen 28 Şubatta olduğu gibi yine ileriki yıllarda “İftiralara Cevap” diye
cevap olmayan yazılar çiziler ve savunmalar “Cemaat” denilen kesimlerce
yapılmaya çalışılacaktır. Nasıl ki bugün 28 Şubattaki tutumlarını gerçek manada
izah edemedikleri gibi ileriki yıllarda bugünleri ve aldıkları tavrı da izah
edemeyeceklerdir.
Baştan söyleyeyim. Bugüne kadar
hiçbir cemaate direk bağlı olmadım. Hiçbir siyasi düşünce ya da lidere de. Bir
İmam Hatipli olarak alnı secde gören herkese derin bir muhabbetim vardır.
Kitaplarını, dergilerini takip eder
zaman buldukça da herkesin davetlerine gitmeye çalışır, bu kesimlerin arasında bulunmaktan son derece
mutlu olurum.
Bir kez Adıyaman –Menzile
gitmişliğim var…Buradan çok etkilendim. Hala aynı durumdayım. Son zamanlarda
okumaya çalıştığım tasavvuf içerikli kitaplar beni benden alıp başka alemlere
götürüyor. Mutluyum ve huzurluyum. Sizlere de tavsiye ederim.
Türkiye’deki cemaat ve tarikatları
takip ederim. Onlarla ilgili tüm yayınları ve dergileri okumaya çalışırım.
Cemaatle tarikatı birbirine karıştıran hiçbir analizi ciddiye almam…Hiçbir
kitabı da. Süleymancıları da bilirim. Nurcuları da. Nurculardan Ayrılan
“Cemaat” denilen Fethullah Hoca Cemaatini de…Tarikatlardan Nakşiyi de Kadiriyi
ve diğerlerini de…
İşte burada “Dershaneleri” bunların
neresine koymak gerekir? Bunu bilemiyorum.
Bizzat kendimin incelemelerimden biliyorum ki, bütün tarikatların ya da
cemaatlerin yurtları da vardır, dershaneleri de…Cemaatler de “Fethullah Gülen
Cemaati” ile de kesinlikle sınırlı değildir. Ama ne hikmetse bugün “Cemaat”
deyince hep bu cemaat akla geliyor. Bu anlamda diğer cemaatleri bilerek ya da
bilmeyerek bir kesim yok sayıyor.
“Süleymancılar” unutturuluyor. Vakıflar unutturuluyor. Nurcular
unutturuluyor. Esat Coşan Hocaya bağlı olanlar, Hizmet Vakıflarına bağlı
olanlar unutturuluyor. Benim bildiğim onlarca cemaat ve hizmet grupları var…Hem
de bunu gerçek manada “hizmet” aşkı ile yapıyorlar. Kendilerinin reklamını
yapmak istemiyorlar. “Cemaat” deyince akla bir TV kanalı ya da bir gazete akla
geliyor…Hizmet deyince diğer hizmet birimleri yok sayılıyor…
Şahsen ben bazı şeyleri anlamakta
güçlük çekiyorum. Bu cemaat neden bu kadar gündem de? Herkesin dershanesi var,
herkesin cemaati ya da tarikatı var. Herkes ticaret yapıyor. Herkesin gazetesi,
dergisi ya da TV’si var. Kimsenin sesi
çıkmıyor. Herkes işini yapıyor. Ama ne hikmetse bu cemaat gündemden hiç
düşmüyor, düşmemeyi de seviyor.
Ben Fethullah Gülen Cemaatini uzun
yıllardır tanıyorum. Hep iyi insanlar olarak gördüm ve öyle görmeye
devam edeceğim İnşallah. Alnı secdeye
gidenlere olan muhabbetimden kaynaklı olsa gerek bu cemaatte çok sayıda
dostlarım var. Çok sevdiğim ve saydığım dostlarımdan bazılarının bu cemaatle
kendilerini ilişkilendirmeleri nedeniyle ben de kendimi onlardan biri kabul
ettim. Zaman zamanda en yakın dostlarım bile beni anlayamadığım bir şekilde
hayal kırıklıklarına uğrattı. Belki de bana öyle geldi. Bugüne kadar
dostlarımla sözlü olarak yaptığım sitemler dışında bugüne kadar yazılı olarak
kimse ile paylaşmadım. Ancak son zamanlarda yıllar önce bana yapılan davranış
ve tavırların kendilerinin dışında herkese yapıldığını gördüm. Ya da ben öyle
anladım.
Mesela ben 28 Şubatta bu cemaatin kendilerinden bekleneni
yapmadıklarına inanıyorum. “Hizmetlere zarar gelmemesi adına” mazeretini kabul
etsem de Necmettin Erbakan’a karşı aldıkları aşırı olumsuz durumları
yazılanları ve söylemleri hiçbir zaman kabul etmedim. Uzun zaman abonesi
olduğum Zaman Gazetesi’nin çıktığı günden bu yana özellikle köşe yazılarını
takip ederim. 28 Şubat sürecinde aşırı bir şekilde Refah Partisini sınırsız bir
şekilde suçlamaları anlaşılır bir durum değildir. Bu konular yüzlerce kez yazıldı
çizildi. Bu yüzdendir ki “İftiralara Cevap” adı altında internette ya da başka
yerlerde yazılan çizilenler hiç inandırıcı değil.
Hiç gereği yokken her soruya cevap
verme alışkanlıkları ya da olumlu olumsuz kanaat bildirmeler cemaati hep yıpratıyor.
Siyasilerden birini sevme birini sevmeme gibi söylemler “diğer hizmet Harekâtları”nda
ben şahsen görmedim.
Mavi Marmara hadisesi mesajları
anlaşılır gibi değil. İsrail’in bile özür dilediği ve suçunu kabul ettiği bir
olayı cemaatin farklı yorumlama ihtiyacının sebebi ne olabilir?
“Otorite” kelimesini kullanarak Mavi
Marmara Olayında suç gören bakış ne hikmetse “Dershane” olayında mevcut yasal bir siyasi
iktidarın eğitim- öğretimle ilgili düzenlemesine acımasızca karşı çıkabiliyor.
Ve otoriteyi yerden yere vurabiliyor.
Aslında ben hep düşünürüm. Bu
açıklamalar ya da bu güç ve irade ne adına olur? Devletin içersinde yasal
kurumlar mevcut. Sıradan bir kurum bile izin almadan bir açıklama yapamaz. Her şey
kanunlara tabidir. Devletin konsoloslukları,
büyük elçilikleri ya da ataşelikleri hep var. Devlet adına bir açıklama
yaparlar.
Cemaat açıklamalarını kim adına
yapar. Yapınca nasıl haber olur ya da günlerce yazılır çizilir. Bu benim hiç
anlamadığım bir durumdur. Ve düşündükçe de düşüncelerim beni korkutur. Düşünsenize
28 Şubatta bir iktidar yıkılırken görüş ve düşüncelerle iktidarın düşmesine
destek verir tarzda beyanatlar gücünden söz ediyorum. Yine hala tavırlar net…Herkese
gülücük dağıtan bu kesim ne hikmetse belirli kesime “hoşgörülü” olamıyor.
“Dinler Arası Diyalog” ya da “Hoşgörü”
projelerinden söz ediliyor. Dünya çapında konu edilen ve yüzlerce kitap yazılan
bu “Diyalog” projesi bizim dışımızda bir şey mi? Çok sayıda İslami kesimin
karşı olduğu hatta Diyanet İşleri Başkanlığının da “olmaz” dediği bu çalışma
gerçekten ne anlam ifade ediyor? Faaliyetler kim adına yapılıyor? Biliyorum
derin konular…
Biraz da kişiselleştireyim. Zannedersem
2000 yılında Kumru’ya Etüt Merkezi açılınca Ordu Haber Gazetesinde açılış haberin
altında benim imzam var. Gazetenin o haftaki köşe yazım “Cemaat ve Etüt Merkezi”
idi. Yazım nedeniyle o günün şartlarında ve o günün iktidar partisinin Kumru
teşkilatı başkanı tarafından “Dincilik Yapıyorsun” diye tehditler aldım ve
hakaretler yedim. Hatta Vilayete şikâyet edildim. Günlerce uyumadım. O günün Etüt Merkezi Müdürü
“ŞM “ bana yardım edeceğine benden kaçtı. Karşılaştığım bir gün “Sen riski
seviyorsun” diyerek benden uzak durma yollarını aradı. Teselli bile etmedi.
Benden yüz çevirdi. Bir anda benimle Etüt Görevlileri aralarına mesafe koyuldu.
Kırılmıştım ama zaman sonra “bir sebebi vardır” diye yorumladım.
İleriki yıllarda çocuğumu SBS
kursları için Etüt Merkezine gönderdim.
Ücrete tabii olan kurslar sınavlara kadar “iyi iyi” cümleleri ile devam
etti. Sınav sonucunda ise acımasızca daha önceden söylemedikleri ya da bir veli
olarak uyarmadıkları halde çocuğun onlarca suçunu önüme koydular. Hatta daha da
ileriye giderek “biz dediydik, eve söylediydik” ifadeleri eşliğinde hep
çocuğu suçladılar. Bu durumlarda iş
işten geçmiş oluyor. Ve onlar da hep haklı kalıyorlar…
Daha sonraki zamanlarda Ordu’da yine
çocuğu dershaneye gönderdim. Bu kez de çocuğu “sorguluyor, dediğimiz kitapları okumuyor, etkinliklere
katılmıyor” diye dışladılar. Çocuğu hep suçladılar…Çok kez rehber öğretmenle
görüştüm. Çocuğu aşırı bir şekilde suçlarken “rehberlikte çocuk suçlama var mı”
dediğimde bu kez de aile olarak bizleri suçladığına şahit oldum. İleriki zamanlarda eğitim almamış bir “ablanın”
bu görevi yaptığını öğrendim.
Çocuğu bin bir ikna ile en son sene
çocuğu yine ilgili dershaneye verdim. Parayı da peşin ödedim. Çocuğun aşırı bir
şekilde direnmesi nedeniyle bir gün dahi devam etmeden çocuğu ilgili
dershaneden alarak başka bir dershaneye verdim. Bir kağıt vermedikleri ve çocuk
bir gün dahi dershaneye devam etmediği halde parayı geri iade etmediler. Oysa
anlaşmamızda “iade” vardı. Tüm uğraşmama rağmen bir sonuç alamadım ve bir
yıllık dershane parasının üzerine Ordu’daki dershane yattı. Helalleşmedik…Onların da zaten umurlarında değildi.
Benim cemaatle irtibatım hiç
kesilmedi. Ama onlar anlamsız bir şekilde kesebiliyorlar. Onlara göre önemli
olduğum bir yerde davetlerden beni hiç eksik etmezlerdi. Üç beş ay ayrıldığımda
sokakta beni tanımadılar bile. Birden ilişkilerini kesebiliyorlar. Daha sonraki
zamanlarda onların ummadığı bir yere gidişim sonrası davet ve ziyafet hemen
başladı. İşlerine yararsanız kıymetlisiniz. Aksi takdirde itibarınız pek olmaz.
İki kez Ordu’da Türkçe Olimpiyatlarına katıldım. Türkçe
Olimpiyatları nedeniyle bir de köşe yazısı yazdım. Takdir gördüm. Çok sayıda teşekkür edildi.
Ancak son zamanlardaki paylaşımlarım nedeniyle duydum ki beni afaroz etmişler. Facebook
arkadaşlıklarımdan ayrılma kampanyası açmışlar. Oysa her kesimden çok sayıda
arkadaşım olduğundan “Dört Bin Altı Yüz” olan arkadaşım sayısı sadece bu kampanya nedeniyle on beş eksildi.
Bir arkadaşımın çocuğu dershane
yurdunda kalıyor. Çocuklara her gün on tane “TWİTTER” atma görevi verilmiş. Ben
şahsen tivit midir nedir kullanmıyorum…Kimsenin bana atmasına gerek yok…
Ne yaparsanız yapın “dershaneler
kapansın” istiyorum. Bunun dışında da tarikat ve cemaatlerin bu kadar her şeyle
ilgilenmelerinden rahatsızlık duyuyorum.
Hoşça kalınız…
Bekir AKKAYA / 14 Aralık 2013/Kumru
Bekir AKKAYA / Kumru Haber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder